Antroposen - İnsanlar Cehennemi adlı yazımın sonunda, insanın doğaya, diğer canlılara ve insanlara karşı bencil, ötekileştirici ve hoyrat tavrına değinmiştim. Bu hoyratlığı düşünürken, yazarken ve size aktarırken göğsümün orta yerinde büyük bir sızı, çaresizlik ve ıstırap hissi beni kavurup durdu. Hala da aynı kuvvetle yerinde duruyor.
Kendi dışımızdaki canlıların acısını içimizde hissettiğimizde, bu acıyı halının altına süpürüp, hayatımıza kaldığı yerden devam etmenin de bir seçim olması gibi, kendimizle kıyasıya hesaplaşma cesaretini gösterebilmenin de bir seçim olduğunu hatırladım.
O acıyı gidermek için, haksızlığa ve ötekileştirmeye karşı savaşmak için kendimizi siper etmedikçe, içimdeki sızının derinleşeceğinin farkındayım. İşte bu yüzden o sızının tarifini yapmak için yola koyuldum ve vicdan kavramını tartışmaya açmak istedim…
Sizce vicdan nedir? Nerededir?
“Suçlunun” cezasını vahşi işkence yöntemleriyle veren bir anlayışta mı?
Cadı oldukları iddia edilerek kadınların meydanlarda diri diri yakılabildiği Orta Çağ Avrupası’nda mı?
Kendinde, diğer insanları “köle” olarak alıp satma ve kullanma yetkisini görenlerde mi?
Keşfedilen topraklarda katledilerek, nesli tüketilen Kızılderililerin ten renginde mi?
Savaşlarda ganimet olarak el konulup, tecavüz edilen kadınların bedenlerinde mi? Yoksa bu vahşete şahit olan çocukların korku dolu gözlerinde mi?
6 milyon insanın zehirli gazlarla, fırınlarda, asit kuyularında yanarak ölmesinde mi?
Habeşistan’da, Kore’de, Cezayir’de, Sudan’da, Vietnam’da, Irak’ta, Bosna Hersek’te, Halepçe’de, Ruanda’da, Darfur’da, Srebrenitsa’da, Kenya’da, Nanjing’de, Kamboçya’da, Maraş’ta, Dersim’de, Filistin’de katledilen yaşamlarda mı?
Elinde sazıyla yakılan aydınlık insanlarda mı?
Ateşe verilen evlerin kapılarına konulan işaretlerde mi?
Neşeyle halay çekerken bedenlerinin parçaları etrafa saçılan üniversite öğrencilerinin, sadece fotoğraflarda kalan tebessümünde mi?
Oğullarının cenazesini kaldırmasına izin verilmeyen babaların gözyaşında mı?
Duruşma salonunda yankılanan koşullu bir “gereği düşünüldü” de mi?
Sadece son on yılda savaşlar yüzünden ölen 3 milyon çocuğun geleceğinde mi?
Sorarım sizlere, kimdedir vicdan?
İnsanla hayvana, hayvanla bitkiye, zenginle fakire, yaşlıyla bebeğe farklı ağırlıkta değerler yükleyende mi?
Dünyanın en değerli madenlerine sahip olmasına rağmen çocukları susuzluktan idrar içmek zorunda kalan bir kıtanın topraklarında mı?
Yerin 400 metre altında yanarak ölmeye mahkûm bırakılan maden işçisinde mi? Yoksa babasını günler önce madende kaybetmesine rağmen, onun yerine aynı dipsiz kuyuya girmek zorunda kalan evlatlarda mı?
Bir köpeğe çarpıp, gözünü kırpmadan yoluna devam etmekte mi? Yoksa hayvanlara bir kap suyu çok görmekte mi?
En zengin 24 kişiye ait servetin sadece %4’ü, tüm dünyadaki açlık sorununu tamamen ortadan kaldırabilecek büyüklükte iken, her yıl 8 milyon insanın açlıktan ölmesinde mi?
Ailesine ekmek götürebilmek için inşaatın 16. Katından asansör boşluğuna düşen işçinin alın terinde mi?
Rantını daha da arttırabilmek için, devasa ormanları göz kırpmadan yok edebilen, nehirleri kurutabilende mi?
Sadece bu yıl yer yüzünde kaybettiğimiz ormanlık alanın 5 milyon hektar (yani yaklaşık 7 milyon futbol sahası) büyüklüğünde olmasına sebep olanlarda mı?
Dünyada 750 milyon obez insan varken, sadece bir yıl içinde açlıktan ölen insan sayısının 10 milyondan fazla olmasının ağızda bıraktığı tatta mı?
Yalnızca gerçeği aradıkları için faili meçhule kurban edilen güzel insanların arabalarının kontağında mı? Yoksa meçhul kalan faillerde mi?
Sırf insanca, hakça yaşamı dillendirdiği için kendi topraklarından sürgün edilen şair’de mi?
Yoksa yıllar boyu sakat büyüyecek bir neslin üzerine bırakılan atom bombalarının kapsüllerinde mi?
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuklar
(N.H.)
Sahi nerededir vicdan?
Şeker bile yiyemeyen, kâğıt gibi yanan çocukların gözyaşında mı?
18 aylık bebeğin kirletilen bedeninde mi?
Okumak yerine 12 yaşında gelin olanların duvaklarının dantelinde mi?
Tecavüz edilerek, öldürülen kadınların yemenisinde mi?
Kıyıya ölü bedenleri vuran bebeklerde mi...?
Söylenecek o kadar çok şey var ki… Zira vicdan üzerine yazmak ve tartışmak, uçsuz bucaksız bir ormana ayak basmak gibi…
Size vicdanı anlatmaya çalışırken bu dehşet verici örnekleri kullanmayı ben de istemezdim inanın. Ama Habil ve Kabil ile başlayan, bu insanın içindeki kötülük, zalimin mazlum üzerindeki zulmü olmadan vicdanı tasvir etmek ne mümkün?
Vicdanı tasvir edebilir miyiz gerçekten? Vicdan tasvir edilebilen, ya da vazgeçilebilen, kenara konulup unutulabilecek, duymazdan gelinebilecek bir şey midir?
Vicdan, kimilerine göre dünyanın bütün adalet sistemlerini yanıltsak bile kendimizi mahkûm eden bir iç ses; kimilerine göre ahlakla desteklenmiş bilinç hali, kimileri ise Tanrı’nın insan içinde sürekli yaşayan tek yansıması diyor ona.
Vicdan dinde, felsefede, psikoloji ve psikanalizde, hukukta, sosyolojide ve edebiyatta farklı anlamlar yüklenmiş; elle tutulması, gözle görülmesi zor bir kavram. Bunun yanında vicdanın dinle, bilimle, ahlakla ve adaletle arasındaki girift ilişkiler, ayrıca irdelenebilecek derin birer araştırma konusu.
Yazının uzunluğunu bahane edip, bu yüzleşmeden kaçmayı engellemek için vicdanın din, felsefe ve psikolojideki görünümleri hakkındaki derlememi yazının altına iliştirdim.
Yüzümüzde ve ruhlarımızda binlerce yıllık acıların derin izleri dururken, bugünlerde birini öldürmek, tıpkı ağaçları kesmek gibi, parantez açıp kapatmak kadar kolay. Gözümüzün önünden her gün geçen binlerce farklı vahşet ve acı görüntüsüne duyarsızlaşan kalplerimiz, bu manzaralara hızlıca alışan biyolojilerimiz ve her an – bizim seyirci kalmamızdan kuvvet bularak - daha da fütursuz şekilde büyüyen vicdansızlığı, çabucak unutan bir zihnimiz var artık. Maddenin mananın çok üstünde konumlandığı; vicdansızlığın gelenekselleştiği, başarı, para, mevki ve sosyal itibar için insanın insanı rahatça kırdığı, incittiği, örselediği, yaraladığı ve yok ettiği bir çağ bu. Savaşların başlamadığı ama, insan acıları gibi hep sürdürüldüğü bir çağ.
İnsanın, ağacın, havanın günden güne azaldığını, buzulların görkemli şekilde eriyerek denizlere karıştığını izlediğimiz seyirci koltukları ne kadar da yumuşak ve sıcak değil mi? Kuş tüyü yastıklarımız ne kadar da hafif.
Peki ya vicdanımız? O da o kadar hafif mi sahiden?
Bunu kabul etmeliyiz ki işgallerin, savaşların, doğa katliamının, bireye yönelik şiddet ve işkencelerin, en temel özgürlük haklarından mahrum bırakılmaların bile sıradan bir haber algısından öteye geçmediği kirli bir dünyada yaşıyoruz. Kendilerinde olanın, “daha da çok” olması için dünyamızı, ülkemizi, mahallemizi, evimizi ve kalbimizi açık hava morguna çevirmek isteyenlerle birlikte, aynı gökyüzü altında… cahilliğin topraklarında kötülük biter, vicdan susarmış. Evet belki de doğru, ama tek kabahat cehaletin midir?
Vicdan cehaletle, eğitimsizlikle mutlaka ters orantılı mı olmalıdır? Sanmam. Tabi ki, okumak, öğrenmek, sorgulamak, tartışmak, insan ruhunu inceltir. Ama bunlar “vicdanlı” bir insan olmak için gerçekten yeterli özellikler midir? Vicdan kavramını içimize sindirmeye, onun ne anlama geldiğini içimizde bir yerlerde hissetmemize sebep olur mu?
Eminim bu satırları okuyan herkes, hepimiz şu an kendi vicdanlarımızı sorguluyoruz. Kendi geçmişimizi, vicdanlılık halimize örnek olabilecek anları hızlıca gözden geçiriyoruz.
Yine neredeyse eminim ki, herkesin anlık algısı kendisinin “vicdanlı” bir insan olduğu yönünde olacaktır. Çünkü okuyan, sorgulayan ve “iyi” insanlar olarak, ihtiyacı olan birilerine maddi yardımda bulunmuşuzdur, sosyal medyada sahipsiz köpeklerin fotoğraflarını paylaşıyoruzdur, birilerinin gözyaşını silmişizdir ya da en kötüsünden bunu yapan derneklere üyeyizdir.
Bunlar tabi ki bir çabadır ve değerlidir. Ama hafızamızı biraz zorladığımızda, kendimizle en samimi şekilde yüzleştiğimizde, ya da kendimize üçüncü bir kişinin gözüyle baktığımızda, aslında vicdansızlık gösterdiğimiz, ya da daha doğrusu “vicdanlı” olanı seçmediğimiz anlarımız olduğunu fark edeceğiz. Sebebi ister önceliklendirme olsun, ister vakitsizlik, ister üşenme, ister korku, hepimizin vicdan terazisinde görece “doğru” olanı tercih etmekten çekindiğimiz birçok an vardır. Kısacası hiçbirimiz masum değiliz. :)
Aslında kendi “vicdan checklist”imizi bağış yaparak, sosyal medyada veya mesaj gruplarında gönderi paylaşarak, sadece moda olan yardım kampanyalarını destekleyerek, gurur içinde yolumuza devam ettiğimiz, vahşi bir çağdayız. Vicdanın kendini rahatlatmak, günlük “iyilik” kotalarımızı doldurmak için bir araç haline getirildiği bir çağ.
Öyle bir çağ ki, vicdanın tanımını yapmak ve gerçek anlamını hissetmek günden güne zorlaşıyor. Vicdan – mevcut liberal-kapitalist piyasanın de “ali” yardımlarıyla, herkesin kendi seçtiği alanla sınırlı olarak uyguladığı bir yardımseverlik gösterisine indirgeniyor.
İnsanları birbirlerinden uzaklaştırmak, onları gruplara, sınıflara, ırklara, cinsiyetlere, dinlere, mezheplere, fraksiyonlara ayırarak birbirine kırdırmak; düzenin, kendini korumak için kullandığı en büyük silah… ötekileşmenin yükseldiği, benden olmayanın acısına sırt çevrildiği, bulunduğu çevrede kendini o an için sağlama alanın, başkasının başına gelen felaketi, haksızlığı kolaylıkla görmezden gelebildiği bu topraklarda duyarlı olmak, insan olmaktan çok, bir güçsüzlük göstergesi şimdilerde.
Evet, hayatımız dediğimiz şey, çevremizle – diğerleriyle ilişkilerimizden ibaret. Bunun için karşı karşıya kaldığımız durumları ‘vicdan’ ile test etmeye kalkıştığımızda, benzer çevrelerde yetişmiş insanların, benzer yargılara vardığını görüyoruz. Ve bizler gibi yaşamayan, düşünmeyen insanlarla da, bazen sırf hayat görüşleri bizimkinden farklı olduğu için, diyaloğa en başından önyargı seviyesinde başlamaya, sırf ötekilerden olduğu için yaftalamaya, hatta onlara yapılan haksızlığa, zulme sırt çevirmeye eğilimliyiz.
Başkalarını eleştirirken, aklımızın ucundan bile olsa yargılarken, en bonkör tavrımızı takınanız biz. Fakat iş kendimize ayna tutmaya geldiğinde vakit yok, sonra konuşuruz. Ben zaten bir arkadaşa bakıp çıkacaktım...
Başkalarını eleştirmemiz, toplumu eleştirmemiz bizi ileri götürür evet, ama bu, bize sunulanı yerin dibine gömmek ve değersizleştirmek için değil de, ancak onun üstüne bir taş daha koymak, onu geliştirmek için kullanıldığında eleştiri tüm toplumun iyiliğine yarar.
Toplumsal vicdan?
Tüm bunlar, vicdanın bireysel görünümünden başka kolektif bir görünümü olup olmadığını sorgulamamıza yol açabilir. Toplumsal vicdan diye bir şey gerçekten var mıdır?
Bu soruyu sorduğumda aklıma gelen ve okuduklarımdan anladığım iki bakış açısını paylaşmak isterim: Bunlardan biri, içinde bulunulan toplumun değişimi ve gelişimi ile şekillenen bir ortak vicdan birliği olduğu. Yani toplumların yaşadığı önemli çöküntüler, travmalar, üzerinde kader birliği yaptığı, derin sosyal izler bırakan olaylarda, o toplumu oluşturan insanların benzer vicdani öncelikleri oluştuğu ve bu yöndeki algılarının paralellik gösterdiği gözlemlenebilir.
Diğer bir bakış açısına göre ise, toplumların vicdanı yoktur, fakat linç kültürleri vardır. Vicdan bireyseldir. Zira sayıca çoğunluğu elde eden ve toplumları yönetenlerin, ötekileştirdiği kesimlerin nefes alanını tamamen yok etme konusundaki iştahını, çok uzak coğrafyalarda kurgulanmış bir Netflix dizisi izler gibi çıt çıkarmadan izliyoruz.
Hadi tamam çıt çıkarıyoruz, sesimizi yükseltiyoruz. Instagram’da siyah ekran postları paylaşıyoruz ve hop! Ötekileştirmeye, vahşete karşı duruşumuzu sergiledik bile, daha ne yapalım?
Peki, farklı toplumlar arasında vicdan değişkenlik gösterir mi?
Mutlu ve müreffeh bir toplumda yaşayan insanlarla, kaotik bir toplumun insanlarının vicdan algısı, düzeyi ve uygulaması aynı olabilir mi? Aynı zaman diliminde yaşanmasına rağmen; huzurun hâkim olduğu, çocuklarının sokaklarında özgürce koşturduğu, çalışma saatlerinin az, işsizlik oranının düşük, gayri safi milli hasılanın yüksek olduğu yer ile, gündüz vakti kelle vurulan, sokaklarında tanklar gezen, insanlarına tecavüz edilen, çocukları sömürülen coğrafyalarda vicdan denilen kelimenin aynı seviyede algılanması ve yaşanması beklenebilir mi?
İyi’nin nerede ne kadar iyi, kötünün başka bir yerde ne kadar kötü olduğu; ahlak, adalet, merhamet, hoşgörü gibi kavramların, şiddetli bir heyelanla birlikte şekil değiştirdiği, oradan oraya savrulduğu topraklarda hep değişkenlik göstermiştir, gösterecektir de…
Ama şu da bir gerçektir ki, bireylerin vicdanına kıyasla, toplumların eğer bir vicdanı varsa bile, o manipüle edilebilir, kolektif acı belleği zamanla unutturulabilir, baskıyla, şiddetle susturulabilir.
Peki susturulabilen bir vicdandan söz edilebilir mi?
Vicdan içeriden mi kaynaklanır dışarıdaki karşılaşmalarla mı gelişir?
Toplumsal vicdandan bahsediyorsak; aynı zaman ve aynı coğrafyada yan yana yaşayan insanlarda, hatta kardeşlerde farklı düzeylerde duyarlılık olmasını ve vicdanın farklı düzeylerde tezahür etmesini nasıl açıklayabiliriz?
Bu da bize vicdan’ın kişinin içindeki özde yerleşik mi olduğu, yoksa dışarıdaki ilişkileri ve deneyimleri ile mi oluştuğu sorusuna getiriyor…
Dinlerin vazettiği üzere vicdan tamamen içimize yerleşik, fıtri bir özellik midir bilmem ama, vicdan denilen - içimizdeki o tanımlanamayan sızının, doğduğumuz andan itibaren gözümüzün önündeki örnekler, ailemiz ve çevremizden aldığımız sevgi ve sıcaklık, ya da yaşadığımız şiddet ve öfke sahnelerine karşı duyduğumuz hisler, karşılaşmalarımızda verdiğimiz ya da veremediğimiz tepkilerle içimizde yavaş yavaş ördüğümüz duvarlarla bir ilgisi olduğu inkar edilemez.
Vicdan bir bakış açısıyla da; kişinin içinde bulunduğu zamanda ve yerde geçerli olan “ahlak”ın, onun içsel dürtülerinin hareket alanını ve sınırlarını belirlemesi olarak düşünülebilir mi?
İşte vicdan, aslında insanın kendisiyle karşılaşmasıdır. İnsanın kendisiyle karşılaşması da, başkalarıyla karşılaşmasını gerektirir. Ancak yaşadığımız dünyada, tüm bu karşılaşmaların gerçekliği hep sorgulanabilir durumdadır, çünkü çoğunlukla her insan kendini başka biri olarak görmeye yatkındır. Zira, kendi gerçek benliğimizden çok bize dayatılan kendilerimiz, üzerimize giydirilen benliklerimiz var: sen erkeksin, sen güçlüsün, sen vazgeçmemelisin, başarmalısın, şikâyet etmemelisin, sen cici çocuksun. Şöyle olmalısın. Beğenilmelisin. Onanmalısın.
Tüm bu rol kalıplarının baskısı altında yaşarken, aslında kimse bize bizi anlatamaz. Ama tıpkı ayın karanlık yüzeyini tanımak, gözle görülen aydınlık yüzeyini tanımakla eşdeğerse, kendimiz gibi olmayanları tanımak, bize kendimizi de tanıtır. Buna rağmen herkes sadece “gerçek” olduğunu düşündüğü kendisine tıkılmış, dünyayı 'benim gibi olanlar' ve 'benim gibi olmayanlar' diye ayırmış durumda. Kendi gibi olmayanlara omuz silkiyor, karşısındakini hep şundan yana, şu etnik kökenden, şu ülkeden, şu siyasal görüşten, şu cinsiyetten olarak kategorize ediyor, kendine giydirilen ideolojik, dinsel, siyasal, etnik, cinsiyetçi giysilerden kurtulamıyor. Kendini fazla büyütüyor, diğerlerinden farklı görüyor. Bu gezegende yaşayan sıradan bir canlı türü olarak insan olmayı beceremiyor. O giysileri çıkarıp, kendini ve diğerlerini sadece “insan” olarak görmüyor, göremiyor. Kendi tekil varlığının acizliğini hatırlayıp, başkalarını yargılamaktan vazgeçemiyor.
Vicdanın zamanla ve “gelişme” ile birlikte ileri doğru evrimleşmesi gerektiğini söyleyip, bunun istatistiklere taşınmasının bile bir anlamı kalmayan bu dönemde, aslında insan din, toplumsal ahlak normları, kültürdeki hâkim beklentiler ve kurallar sayesinde doğruyla yanlışın ne olduğunu daha çok küçük yaşlardan öğreniyor. Ancak konu kendi çıkarına, konforuna, zevkine gelince vicdanı askıya almayı kolaylıkla becerebiliyor. Bunu yaptığı oranda da alkışlanıyor. Diğerinin sırtına basarak tepeye ulaşanın sırtı sıvazlanıyor. En büyük ormanları yok edene, en büyük vergi indirimi yapılıyor.
Vicdan en rahat yastık iken, dünyayı yakıp yıkanlar da pekâlâ uyuyabiliyor.
İnsan, kimden geldiğine bakmadan kötülüğün önünde duramıyor. Durmuyor.
Aslında şimdilerde herkes, sadece kendi ölülerine üzülüyor.
Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
İşler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
Değirmenleri,
Büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
Bu belki de hep böyle olageldi ve böyle de olacak. Bu büyük sarmaldan çıkmak da güçsüz, yalnız ve tekil bireyler olarak bizim gücümüzü epey aşar. Ama yaşıyorsak, varsak, bu hayatta bir anlam bulmak; düşünebiliyorsak ve hissedebiliyorsak, aklımızın gücünü vicdanımızdan damıtarak kullanmak da bir seçenek…
Çünkü insan; yaşadığı çevre ne olursa olsun, diğerleriyle etkileşimi ne düzeyde olursa olsun, kendi yaptıklarının ve eylemlerinin bütünüdür. Vicdan da bir iç mahkeme yani içsel bir eylem halidir. Bu nedenle de insan, kendi yaptıkları veya yapmadıklarıyla kendini yaratır.
Kim olduğumuz, varoluşumuzdaki anlam, yaptığımız seçimlerden ibaret. Neyi seçtiğimizin yanında bazen neyi reddettiğimiz ile belirleriz durduğumuz noktayı. Başka hiçbir şeyin arkasına saklanma lüksümüz yok. Attığımız her adım, bizi her an biraz daha değiştiriyor. Değişime direnmek değil de, nasıl değiştiğimize karar vermek…
Her zaman tam olarak bağımsız karar verdiğimizi iddia etmek fazla iddialı da olsa, bu değişimi izleyebilmek bile çok keyifli. Bu andan baktığında, bir sonraki hamlede neyin değişeceğini, hangi taşın hangi taşı kıracağını tam olarak öngörememek, ama yaptığımız doğru ya da yanlış seçimlerle bu değişimin bir parçası olmak.
İşte bu belirsizi çok olan evrende vereceğimiz kararların, yapacağımız tercihlerin ardından, geriye dönüp baktığımızda karşılaşacağımız şeydir belki de vicdan. Belki de geriye dönüp bakmaya gerek kalmadan, her an şakaklarımızda hissettiğimiz şey…
Evet belki bu savaşlar, bu yakmalar yıkmalar, bu zulümler, bu acılar bitmeyecek. En azından kısa vadede insanlık olarak böyle bir öngörümüz yok.
Ancak her şeyin zıttı ile var olduğu şu alemde, bu kadar kötülüğün, nefretin, şiddetin arasında dualitenin “iyi” tarafı olmak için hala zamanımız, hala şansımız olması ne mutlu…
Çünkü tüm bu vahşetin, tüm bu sefaletin, hırsın, fırtınanın, yangın yerine dönen köylerin, kasabaların, karanlıkların, gecelerin – bir de – gündüzleri var. Birbirlerinin gözyaşını silen insanlar var, başkasının acısını içinde hisseden, çocukları seven, onların “gelecek” demek olduğunun iyi farkında olan insanlar var; yaşamayı ciddiye alan, hayvanları koruyan, çimlere basmadan yürümeye çalışan, karşısındakini incitmekten çekinen, onun fikrini kulak kesilip dinleyen, katılmasa da değer veren, hislerini önemseyen, haksızlığa göz yummayan, sesini çıkartan, hiçbir çıkarı yokken, sadece başkasının iyiliği için ona yardım eden; yani… yüzünü bile görmediği insanlar için, hem de hiç kimse onu buna zorlamamışken, beyaz gömleğiyle bir laboratuvarda insanlar için ölebilenler … de … var.
O yüzden bunun hakkını vermeli, değerini bilmeli…
Erdemli ve yaşanılabilir bir hayat inşa etmek için sağduyumuzu daimî olarak önde tutmalı ve belki de “iyilik” yapmayı düşünmeden önce, başkalarını yargılamaktan vazgeçerek işe başlamalıyız.
Çocuklarımızın değer merkezli bir yaşam kurmaları için, ahlak, dürüstlük, merhamet, şefkat gibi değerlerin, vicdan rehberliğinde içselleştirilmesi ve bu rehberlik ile kendiliğinden davranışa dönüşmesini sağlayabiliriz.
Ancak bu anlayışta, duyarlı, bilinçli ve insani farkındalığı yüksek bireylerin kuracağı ve ayağa kaldıracağı toplumlarda kolektif bir vicdandan söz edilebilir.
İnsanlığın bugüne kadar yaşadığı tüm acıları, ta derinimizde hissederek, değerler üzerine bina edeceğimiz vicdanlılık halini, amasız fakatsız, yaşamımızın her anında sürdürmeli…
üStü. Kalsın.
26 Haziran 2020
İstanbul
Meraklısı için daha fazlası…
Vicdan köken: vicdan, kelimesinin aslı arapça’dır. Vecd, vicdan ve vücud, arapça v-c-d fiilinin mastarlarıdır. Buna göre vecd, sevgi muhabbet, aşk, güçlü duygu anlamlarına gelmektedir. Vicdan; duyarlılık, his, niyet anlamlarında da kullanılmaktadır. Vücüd ise bulma, varlık, olma, mevcudiyet, hazır bulunma manalarına gelmektedir (mutçalı, 2012: 981). Modern arapça’da vicdan için kullanılan yaygın kelime damir dir. Fakat damir kelimesinin ahlaki bilinç anlamındaki kullanımının sözlüklerde yer almaya başlaması 19. Yüzyılın ortalarından sonra gerçekleşmektedir. Klasik arapça‘da damir kelimesi, açığa vurulmayan içsel bilgiye işaret eder (leirvik, 2004: 541). Arapça’da duyusal, duygusal ve içgüdüsel psikolojik durumları anlatan vicdan kelimesi, türkçe’de tutum ve davranışların ahlakiliği ile ilgili duygusal ve içgüdüsel durumları anlatır. Vicdan kelimesi arapça’dan türkçe’ye geçerken anlam daralmasına uğrar (kasapoğlu, 2003: 131).
Vicdan resmi tanım: Türkçe lügatlerde, vicdan ‚kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç‛ olarak geçmektedir (TDK, 2015).
Din, Felsefe, Psikolojide Vicdan
Dinlerin vicdanı koyduğu yer ile başlayacak olursak, dine göre ‘fıtri’dir vicdan. Yaradan’ın bahşettiği manevi niteliktir. Vicdan, insanın doğru yargıda bulunması için doğuştan gelen bir yeti, ahlak kavramlarımızı yöneten ve bizim hareketlerimizi düzenleyen içsel bir öz denetim mekanizmasıdır. Kimi zaman nefs, ahlak ve kalp ile birlikte anılan vicdan, öğüt veren, uyarıcı, temiz ve yargılayıcı bir iç sestir.
Örneğin İslami gelenekte, “kul hakkı yediğimde yaratıcımla aram bozulacak” korkusu mevcuttur. Ya da kutsal kitaplarda yasaklanmış bir şeyi yaptığında gelen “ateşlerde yanma” korkusu. Bu korku, onun kötülük yapmasını, kul hakkı yemesini engeller.
Ama bu hemen bir soruyu beraberinde getiriyor benim için: sadece korktuğun için kötü şeyler yapmıyorsan, bu vicdanlısın mı demektir? Yoksa korkaksın mı?
Yani burada kul hakkı yememe sebebin önemlidir – sırf korktuğun için bundan geri duruyor olabilirsin. Peki bu, vicdanlı biri olduğunu mu gösterir? Kul hakkı, başkasının hakkıdır aslında. Başkasının hakkına ne kadar dokunduğunla ilgilidir biraz da vicdan, neden dokunamadığın ise vicdanının ağırlığını belirler.
Ya da tam aksi senaryoda, eğer bu şekilde davranırsan orada seni bekleyen huriler var, bunu yaparsan altından ırmaklar akan köşkler var, şunu yapmazsan astarları atlastan yataklar var – gibi vaatlerle, davranışlarımızı, olaylara ve insanlara yaklaşımımızı ödül, hatta rüşvet mekanizmasına bağladığınızda, bu vicdanin ve ahlakın iyiye ve yukarıya taşınmasına mı sebep olur, yoksa tam tersi bir ivmeye mi?
Peki tövbe edince veya günahını o ahşap kabinde çıkarınca “rahatlayan” bir ruh ile vicdan ölçülebilir mi? Ya da dinlerden de bağımsız şekilde, sırf kendi içini rahatlatmak için, yaptığı onulmaz hataların diyetini ödemeye çalışmakta mıdır vicdan?
Felsefe tartışmalarında, özellikle de ahlak felsefesi üzerinden tartışılırken, kimi düşünürler tarafından vicdan, insanın tabiatında yerleşik bir öz, tanrının içimizdeki temsilcisi; kimileri için ise toplum, deneyim ve bilgi eşliğinde gelişen bir ahlaki bilinç olarak ifade bulmuştur.
Platon, niçin ahlaklı olmalıyız sorusuna verdiği cevapta, mutlu olmak için ahlaklı olmalıyız. Zira ruhtaki adalet, bilgelik, cesaret ve ölçülülük gibi erdemlerin uyumu, vicdan ile barışık yaşamaktan geçmektedir.
J.J. Rousseau ise vicdanı ruhun sesi, tutkuları ise bedenin sesi olarak tanımlamış ve aklın insanı çok sık aldattığı, lakin vicdanın asla insanı aldatmayan bir olgu olduğunu ifade etmiş ve onu “bilgisiz ve dar görüşlü, ama zeki ve özgür bir varlığın güvenilir rehberi; insanı tanrıya benzer kılan, iyilikle kötülüğün yanılmaz yargıcı” olarak tasvir etmiştir.
Kant düşüncesinde, bir davranış, salt iyiyi gerçekleştirme niyeti ile yapılıyorsa, buna ödev ahlakı denir. Ödev; yapmayı, yerine getirmeyi “kendi isteğimizle” üstlendiğimiz, sorumluluğunu üzerimize aldığımız bir buyruktur, dışarıdan koşullu, başkası tarafından verilmiş olmamalıdır. Ahlak ve vicdan, ancak bir koşula bağlı olmadan, eylemin muhtemel sonuçları düşünülmeden ortaya çıkan durumlarda söz konusudur. Yani bir eylem, bir çıkar veya beklenti içerisinde yapılmışsa bu eylem, koşullu eylemdir ve ahlaki değildir.
Örneğin kaza geçirip yaralanan birinin yanından geçerken, başka bir şey düşünmeden durup yardım etmek, ahlaklı bir eylemdir. Çünkü vicdani gereklilikten ötürü durulmuştur. Ama durup yardım etmenin sebebi, etrafta kameralar olması, ya da o kişinin senin çocuğunun öğretmeni olduğunu görmen ise, bu vicdani olmayan, hatta ahlaksızca bir davranıştır. Çünkü davranışın temelinde çıkar vardır.
Ya da örneğin ihtiyacı olanlara fazlasıyla merhamet hissettiğim için bir yardım kuruluşuna bağış yapmış olmam, kant’a göre, zorunlu olarak ahlaki bir eylemde bulunduğum anlamına gelmez: eğer eylemim, bir görev anlayışı yerine merhamet hissim üzerinden şekilleniyorsa, bu durumda o, ahlaki bir eylem değildir. Benzer şekilde, arkadaşlarım arasında saygınlığımın artacağım düşünerek bir yardım kuruluşuna bağışta bulunuyorsam, yine ahlaki bir eylemde bulunmuyorum, sadece sosyal statü kazanmak için uğraşıyorum demektir.
Diğer ahlak filozoflarının birçoğu da salt kendi çıkarını gözetmenin ahlaki bir eylemin gerekçesi olamayacağı konusunda Kant’la hemfikirdir.
Kimi filozoflar ise, vicdanı, sahte fonksiyonlar üreten yapay bir mekanizma olarak görür. Nietzsche “vicdanın görünümleri pekâlâ taklit edilebilir” der.
Psikolojide, çocuğun ahlaki gelişiminin başlamasının, vicdanın uyanmasına bağlı olduğu fikri hakim iken; psikanalizde vicdan, süperego ile ilişkilendirilmiştir.
Freud’e göre vicdanın görevi, egoyu gözlemek ve süper ego ile ölçmektir. Süper ego kişinin ahlaki yönünü temsil eder, egonun denetimli halidir. Bu denetim ego döneminde anne-babanın emir ve yasakları doğrultusunda iken, çocuk büyüdükçe, anne-babanın yerini başka otorite figürleri alır. Sonrasında ise bu denetim, vicdan formunu alır. Ona göre suçluluk duygusu, vicdanın talepleri ve egonun aktüel performansı arasındaki gerilimden doğar.
Edebiyatta, romanda, şiirde vicdanın tüm çeşitleri bir arada yer alır. Üzerine veciz ve iddialı cümleler yazılır, okunur, düşünülür, yorumlar yapılır, tartışılır da insan birbirine kıymaktan hala vazgeçmemiştir. Hala yakar, yıkar, öldürür.
......
Vicdan üzerine söylenmiş bazı sözler:
Haritada yerini bulmakta güçlük çektiğimiz bir ülkede, tanımadığımız, hatta mevcudiyetinden habersiz olduğumuz bir kişinin temel hak ve özgürlüğü, insanlık onuru ve haysiyeti saldırıya uğramışsa, o insan biziz. çünkü onun kişiliğinde gerek birey olarak, gerek toplum olarak hepimizin temel hak ve özgürlüğü, hepimizin insanlık onuru çiğnenmektedir.
Bu itibarladır ki, problemi hakkı çiğnenen kişiyle, ona saldıran arasındaki kişisel hesaplaşma olarak basite irca edemeyiz. bu olayı kamusal hatta evrensel boyutta ele almadığımız takdirde, zulme seyirci kalmış oluruz. ve sırf seyirci kalmak, sırf tavrımızı belirtmemek suretiyle zulme biz de katılmış oluruz" Sahir Erman
Vicdan; ‘öteki’nin derdiyle, acısıyla duygudaşlıktır. Başkasının acısını içinde duymak, kendi acısı kılmaktır. Vicdan; yaratığın çaresizliği, ezilmişliği, ıstırabı karşısında göğsümüzün orta yerinde duyduğumuz ezikliktir. ‘öteki’ne uzanamamaktan doğan suçluluk duygusudur. Hakkı teslim etme dürtüsüdür, hakkaniyet arayışıdır. Vicdan ötekini yargılamaz, sadece kendi kendini yargılar. Vicdan pasif bir duygusallık, hele de sulu gözlülük değildir. Birilerine yardım edip kendinden memnun kalmak hiç değildir. Dışa yansımaz, kendini belli etmez; kişinin, en derinlerinde bir yerlerde insanlığını sınamasıdır. Oya Baydar
KanunIara dayanan adli muhakemelerden, daha büyük bir muhakeme vardır ki, bu da her kişinin kendi vicdanıdır. Mahatma Gandhi
İyi bir vicdan, en rahat yastıktır. C. Brentana
Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan azabı ile beraber oIan zenginlikten, bin kere daha iyidir. Amenemope
İradene hakim ol fakat vicdanına esir ol. Aristoteles
Vicdanımız, biz onu öldürmedikçe, yanılmaz bir yargıçtır. Honore de Balzac
En mükemmel adalet, vicdandır. Victor Hugo
Vicdan baki kaIdıkça, hiçbir günah affedilmiş sayılmaz. Stefan Zweig
Görevini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına, ne mazeretin çaresi, ne ilacın şifası çare getirmez. Mevlana
Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden oImasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun. Che Guevara
Vicdanın ve samimiyetin, temeI değerIerin oIsun, değersiz insanIarIa da arkadaşlık etme, hataya düştüğünü anladığında, onu düzeltmek için hiç tereddüt etme. Confucius
Bir insanın dikkatini maddi kazanca ya da bundan benim çıkarım ne gibi sorulara verirse; elde edeceği geçici bir başarı için hayaI gücünden yararlanabilir. Ama bence kendini aşmak, tek bir amaca ve karşılıklı oIarak birbirine bağımlıIığın gerçekliğine hükmeden ilkelere dayalı, katkı doIu bir yaşam yaratmak için hayal gücünün daha yüksek düzeyde kuIIanımı, vicdanın kullanımıyla uyumludur. Stephen R. Covey
"Acı ve üzüntü, vicdan ve derin bir yürek için her zaman zorunludur." - "Üzülmek ve acı çekmek büyük bilinçler ve derin yürekler için her zaman zorunludur." Dostoyevski
Kaynakça
- Hunger Stats - United Nations World Food Programme, World Health Report - World Health Organization (WHO)
- The State of the World's Children - United Nations Children's Fund (UNICEF)
- Dini, Felsefi, Psikolojik Boyutlarıyla Vicdan Ve Değerler Eğitimindeki Yeri – Mahmut Zengin, Elif İçöz Arslan – Auıd, C.6, Sayı:10 (Haziran 2018)
- Ömer Yıldırım’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2., 3., 4. Sınıf "Felsefe Tarihi" Dersleri Ders Notları (Ömer Yıldırım); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; "Felsefeye Giriş" / Nigel Warburton
- www.tempomag.com.tr/detail/en-tarafsiz-mahkeme-vicdan-Murat Menteş, Ahmet İnam, Mehveş Evin, Oya Baydar, Murat Belge
Comments